Soru Sor
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Bölüm1: Dikmen Alıçı
Dikmen, Ankara’nın en yüksek yazlıklarından birisi olup ardındaki Çal dağının doruğunda tek ve yaşlı bir alıç ağacı varmış, adı da ‘Dikmen Alıçı’imiş. Ankaralılar, bahar aylarında Dikmen’deki bağ evlerine gidip yazı orada geçirirlermiş. Kahramanımız, Çal dağının doruğundaki Dikmen alıçını ziyaret eder onunla sürekli bu ıssızlığa nasıl düştüğü konusunda ve geçmişi hakkında sohbet edermiş.
Bölüm2: Suların Canlanması Üstüne Sohbet
Bitkiler olmadan yaşam olmaz, İlk vâr olan onlardır ve dünyanın barınabilecek bir ortam olması onlar sayesindedir. Yaşayan ilk canlılar olup bitkilerin en ilkel ve en küçükleri sayılan mikroplar için barınabilecek bir ortam haline getiren suyada onlar can vermiştir. Hazır yiyici olan, bitki ve hayvan artıkları üzerinde yaşayan, organik besin maddelerini başka hayvanlar tarafından hazırlanan mikroplar, kayaların üzerindeki besin tuzları; sularda bulunan, şimşek ve yıldırımların oluşturduğu elektrik yükleri atmosferdeki gazlar sayesinde oluşan organik maddelerin yağışlarla okyanuslarda birikmesi sonucu besleniyorlardı. Bunun yanında atmosferdeki azot ve karbon gazlarını özümleyip organik bileşen oluşturan mikroplar da sudaki organik besin maddesini arttırdı, böylece miktoplar yeterli beslenmeden dolayı daha fazla üreyip mavimsi yeşil, kamçılı yeşil su yosunları gibi farklı canlı türlerinin oluşmasına vesile oldular. Bu yosunlar arasından kamçılı yeşil su yosunuda bulunan klorofil, tertipli bir şekilde plastit denilen tanecikler içine yerleşerek klorofili oluşturdu ve klorofil yardımıyla güneş enerjisinden organik bileşimler yapmak usulü geliştirildi. Sınırsız organik besin maddelerinin keşfi sebebiyle farklılaşan, çeşitlenen yeni canlı türleri meydana geldi. Çoğu protoplazmadan ibaret olan bu yeni canlı türleri; üzerlerine selülöz, kireç ve silisten oluşturdukları bir zar; bu zarın üstüne de diğer canlılarla iletişimi kesmemek için kapı ve pencereler eklediler. Oluşturdukları yeni zarın içinde de kendi benliklerini buldukları gibi büyük ve yeşil yosunlar, süngerler, mercanlar, deniz anaları, yengeçler gibi birçok hayvan türünün atasıdırlar.
Bölüm3: Karaların Canlanması Üstüne Sohbet
Suların canlanmaya başladığı zamanlar yeryüzünün çoğunu da yine onlar oluşturuyordu. Dünya üzerinde, ikisi Kuzey birisi Güney Yarım Küre’de olmak üzere üç büyük kıta vardı. Sular da türemiş küçük yaratıkların kireçten, silisten zarları; ölen daha büyük hayvanların ise kemikleri suyun dibinde doğal yapışkan olan balçıkla birleşiyor, ağır kütleler meydana getiriyorlardı. Oldukça ağır olan bu kütleler o zamanlar ince olan yerkabuğunu çökertiyor, yanlardan gelen basınçlarla o kütleler yükselip dağları meydana getiriyordu. Ne var ki karalarda sürekli depremler meydana geliyor, lavlar kayaları kasıp kavuruyor, fay hatlarında meydana gelen kırıklar yeryüzünün değişime uğramasına yol açıyordu. Ne var ki denizlerin, göllerin kıyıları; gelgit sayesinde ıslaktı, bir nevi sulak ortamlardı. Böylece bugünkü eğrelti otlarının ataları olan su yosunlarından o şartlara uyum sağlayabilecek, zayıf kökü olup yaprakları olmayan; gövdeleri ince, gövde uçları çatal şeklinde; nemli ve kurak bölgelere uyum sağlayabilen yeni türler geliştirildi. Çatal eğreltilerin organik atıklarıyla beslenen mikroplar, küfler, çeşit çeşit hayvanlar deniz ve göllerin kıyılarını yeşertti. Yeryüzünün iç kısımlarında, bitkilerin yeşermesi için gerekli olan toprak; su yosunları ve küflerin işbirliği sonucu açığa çıkan asidin kayaları aşındırması sonucu tedarik ediliyordu. Çatal eğreltilerin meydana getirdiği at kuyruğu, ayı pençesi, eğrelti otu gibi bitki sülaleleri ve onun 30-40 metreye ulaşan orman ailesi, karaların iç kısmında bitki ve hayvan yaşamı için uygun ortam sağlamış oldu. Dünya hâlen deprem ve fay hatlarının kırılması sonucu sallanmakta, volkanlar patlamakta, denizler yükselip karaları yutup geri çekilmekteydi. Bütün bunlar eğrelti otlarının bir kısmının yerin altına gömülüp yanmasına, taş kömürü ve petrole dönüşmesine neden oldu. Felaketten kurtulan diğer eğrelti otu türlerinden çıplak tohumlu ve örtülü tohumlu çiçekli bitkiler türemiş böylece herdem yeşil kalabilen iğne yapraklı ağaçlar ve yaz mevsiminde çiçek açan; güz mevsiminde yaprağını döken yapraklı ağaçlar oluşmuştur.
Tarih: 2020-12-25 20:58:18 Kategori: Edebiyat
Soru Tarat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Sorunu sor hemen cevaplansın.
Hikmet Birand - Alıç Ağacı ile Sohbetler Kitabının Özeti (Bölüm 1-2-3) Nedir
Dikmen, Ankara’nın en yüksek yazlıklarından birisi olup ardındaki Çal dağının doruğunda tek ve yaşlı bir alıç ağacı varmış, adı da ‘Dikmen Alıçı’imiş. Ankaralılar, bahar aylarında Dikmen’deki bağ evlerine gidip yazı orada geçirirlermiş. Kahramanımız, Çal dağının doruğundaki Dikmen alıçını ziyaret eder onunla sürekli bu ıssızlığa nasıl düştüğü konusunda ve geçmişi hakkında sohbet edermiş.
Bölüm2: Suların Canlanması Üstüne Sohbet
Bitkiler olmadan yaşam olmaz, İlk vâr olan onlardır ve dünyanın barınabilecek bir ortam olması onlar sayesindedir. Yaşayan ilk canlılar olup bitkilerin en ilkel ve en küçükleri sayılan mikroplar için barınabilecek bir ortam haline getiren suyada onlar can vermiştir. Hazır yiyici olan, bitki ve hayvan artıkları üzerinde yaşayan, organik besin maddelerini başka hayvanlar tarafından hazırlanan mikroplar, kayaların üzerindeki besin tuzları; sularda bulunan, şimşek ve yıldırımların oluşturduğu elektrik yükleri atmosferdeki gazlar sayesinde oluşan organik maddelerin yağışlarla okyanuslarda birikmesi sonucu besleniyorlardı. Bunun yanında atmosferdeki azot ve karbon gazlarını özümleyip organik bileşen oluşturan mikroplar da sudaki organik besin maddesini arttırdı, böylece miktoplar yeterli beslenmeden dolayı daha fazla üreyip mavimsi yeşil, kamçılı yeşil su yosunları gibi farklı canlı türlerinin oluşmasına vesile oldular. Bu yosunlar arasından kamçılı yeşil su yosunuda bulunan klorofil, tertipli bir şekilde plastit denilen tanecikler içine yerleşerek klorofili oluşturdu ve klorofil yardımıyla güneş enerjisinden organik bileşimler yapmak usulü geliştirildi. Sınırsız organik besin maddelerinin keşfi sebebiyle farklılaşan, çeşitlenen yeni canlı türleri meydana geldi. Çoğu protoplazmadan ibaret olan bu yeni canlı türleri; üzerlerine selülöz, kireç ve silisten oluşturdukları bir zar; bu zarın üstüne de diğer canlılarla iletişimi kesmemek için kapı ve pencereler eklediler. Oluşturdukları yeni zarın içinde de kendi benliklerini buldukları gibi büyük ve yeşil yosunlar, süngerler, mercanlar, deniz anaları, yengeçler gibi birçok hayvan türünün atasıdırlar.
Bölüm3: Karaların Canlanması Üstüne Sohbet
Suların canlanmaya başladığı zamanlar yeryüzünün çoğunu da yine onlar oluşturuyordu. Dünya üzerinde, ikisi Kuzey birisi Güney Yarım Küre’de olmak üzere üç büyük kıta vardı. Sular da türemiş küçük yaratıkların kireçten, silisten zarları; ölen daha büyük hayvanların ise kemikleri suyun dibinde doğal yapışkan olan balçıkla birleşiyor, ağır kütleler meydana getiriyorlardı. Oldukça ağır olan bu kütleler o zamanlar ince olan yerkabuğunu çökertiyor, yanlardan gelen basınçlarla o kütleler yükselip dağları meydana getiriyordu. Ne var ki karalarda sürekli depremler meydana geliyor, lavlar kayaları kasıp kavuruyor, fay hatlarında meydana gelen kırıklar yeryüzünün değişime uğramasına yol açıyordu. Ne var ki denizlerin, göllerin kıyıları; gelgit sayesinde ıslaktı, bir nevi sulak ortamlardı. Böylece bugünkü eğrelti otlarının ataları olan su yosunlarından o şartlara uyum sağlayabilecek, zayıf kökü olup yaprakları olmayan; gövdeleri ince, gövde uçları çatal şeklinde; nemli ve kurak bölgelere uyum sağlayabilen yeni türler geliştirildi. Çatal eğreltilerin organik atıklarıyla beslenen mikroplar, küfler, çeşit çeşit hayvanlar deniz ve göllerin kıyılarını yeşertti. Yeryüzünün iç kısımlarında, bitkilerin yeşermesi için gerekli olan toprak; su yosunları ve küflerin işbirliği sonucu açığa çıkan asidin kayaları aşındırması sonucu tedarik ediliyordu. Çatal eğreltilerin meydana getirdiği at kuyruğu, ayı pençesi, eğrelti otu gibi bitki sülaleleri ve onun 30-40 metreye ulaşan orman ailesi, karaların iç kısmında bitki ve hayvan yaşamı için uygun ortam sağlamış oldu. Dünya hâlen deprem ve fay hatlarının kırılması sonucu sallanmakta, volkanlar patlamakta, denizler yükselip karaları yutup geri çekilmekteydi. Bütün bunlar eğrelti otlarının bir kısmının yerin altına gömülüp yanmasına, taş kömürü ve petrole dönüşmesine neden oldu. Felaketten kurtulan diğer eğrelti otu türlerinden çıplak tohumlu ve örtülü tohumlu çiçekli bitkiler türemiş böylece herdem yeşil kalabilen iğne yapraklı ağaçlar ve yaz mevsiminde çiçek açan; güz mevsiminde yaprağını döken yapraklı ağaçlar oluşmuştur.
Tarih: 2020-12-25 20:58:18 Kategori: Edebiyat
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.
Yorum Yapx